Bunu kavramak için Anadolu tarihinin bütününü görmek gerek.
Anadolu antik çağ boyunca medeniyetin ortasında duran bir yerdi. Kendi inşasını kendi halkları yapardı. Hattilerin Anadolu’nun ortasında kurdukları uygar yapı trajik birtakım siyasi krizlerle hüsrana uğrasa da kıyı kesimler bayrağı başarıyla devraldı. Geçen yüzyıllar buna Yunan kolonilerini ve Pers idaresini ekledi. Anadolu Thales’i, Anaksagoras’ı yetiştirdi, Anadolu cazip ve üretken bir yer oldu, Hellenizmle beraber tam bir şehir hayatı ülkesi haline geldi.
(Yukarıda Hatti güç merkezinde Bronz Çağ Anadolusu. Apasa ve Mileto diye anılan şehirler ileride Efes ve Milet adıyla parlayacak, Troia ihtişamıyla destanlara konu olacaktı.)
İskender’den sonra onun ardılı komutanların çıkardığı diadoklar savaşlarının çalkantısı Anadolu’nun yıkımına yol açmadığı gibi farklı bölgelerle iletişim kurmasına ve belki dünyanın en kozmopolit bölgesi haline gelmesini sağladı. Neticede savaş alanları her on yılda yeni düzenler getirse de Anadolu bir yandan Yunanistan ve Suriye ile bir kıyı şehirleri Birliği sağladı, bir yandan da giderek kendi öz idaresini sağlamaya başladı. Bunun bariz örneklerini batıdaki Pergamon Krallığı, kuzeydeki Bitinya ve Pontus krallıkları ve güney kıyılarındaki Likya Birliğidir.
(Diadok Savaşları’ndan genel bir Anadolu manzarası, etrafındaki güç odaklarına rağmen Anadolu kendi idaresini sağlayacak güç ve beceride siyasi egemenlikler yaratmayı başarmıştı. İskender’in haşmetli komutanlarının hiçbir Anadolu’da gerçek bir hegemonya kuramadı. Anadolu bu sırada dünyanın en gelişmiş bölgelerinden biriydi.)
Anadolu’nun bu kıyı merkezli kültürel gelişmişliği Magnesia Savașı ve Pergamon Krallığı’nın vasiyetle Roma himayesine bırakılması sonucu daha da katmerlendi. Kıyılardaki kalkınma iç bölgelere dek yayıldı. Amasya gibi bir “barbar” sınırından Strabo gibi adamlar yetiştirecek kültürel potansiyele sahip olan Anadolu Roma topraklarının doğu yarısıyla birlikte dünyanın medeniyet merkezinin as takımında yer alıyordu.
(Yukarıda İskender tüm Asya hakimiyeti umuduyla Gordion Düğümü’nü kesiyor. Anadolu’nun tam ortasındaki Gordion’un antik dünya sembolizminde Anadolu’yu nasıl bir öneme addettiği çok açık. İskender’in Anadolu fetihleri çok sonradan Roma tarihçilerince “medeniyetin özgürleşmesi” olarak övülecekti.)
Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal krizlere girmesi Anadolu’yu başlarda etkilemedi. Anadolu halkı Pannonya’daki, Galya’daki savaşlardan uzaktı, göçlerin ilk vurduğu yerler Anadolu değil İtalya, İspanya ve Balkanlar olmuştu, üstelik Anadolu kendi ekonomisine ve gururlu bir kültürel mirasa sahipti. Dolayısıyla Anadolu 3. yüzyıl krizinden epeyce geç haberdar oldu. Ama sonunda bir daha toparlanamayacağı ölçüde etkilenecekti.
Kriz Anadolu’yu bir dizi kıtlık ve nüfus hareketleriyle vurdu. Devlet yardıma gelmediği gibi elindeki son çabayı Anadolu halkında güçlü bir cemaat oluşturan Hıristiyanları tepe tepe avlamak için harcadı. Anadolu nüfusunun dış dünya ile bağlantısı koptu, yüzyılların ekonomik iletişimi kaba ve basit bir hayatta kalma çabası düzeyine geriledi. Sonunda Antik Roma denilen siyasi oluşum resmen ortadan kalkıp yerine Hıristiyanlığı devletleștiren yeni bir Doğu Roma siyasi girişimi ortaya çıktığında Anadolu entelektüelliği buna Yunan ve Balkan entelektüelliğiyle birlikte can havliyle tutundu. Anadolu kültürel birikimi son bir umut olarak yeni Roma’nın, yani Konstantinopol’ün surlarına sığındı.
(Roma’nın düşüșü. Medeniyet tarihinde önemli bir ana tekabül eder. Roma modern zamanlara kadar demografik yapısını toparlayamadı. Yaklaşık 1500 yıl boyunca sadece bir dinî prestij makamı olarak kaldı. Dünya bu sırada kendine yeni Romalar aramaya devam etti, en çok kabul edileni Doğu Roma’nın Konstantinopol’ü oldu.)
Orta Çağ’ın ilk yüzyıllarının Anadolusu istilaların ve talanların yaralarını sarmaya çalışan bir yerdi. Efes gibi bir yer Gotlar tarafından yağmalanmıștı. En büyük nüfuslu yerleşim olan Alexandria Troas terk edilmişti. Pergamon’un ekonomisi çökmüş ve şehir talan edilmişti. Kilikya yine bir korsan yuvası durumundaydı. 3. yüzyıl krizi atlatılamamıștı, Hıristiyanlık antik çağın son aristokratik kazanımlarını da silip geçti.
Orta Çağ başı Anadolusu hiç de bayındır bir yer değildir. Doğu Roma imparatorlarının Konstantinopol’ünden uzaklaștıkça yatırım ve kültür kaynaklarından da uzaklaşırsınız. Doğu Roma için Anadolu’nun çoğu Sasanilere bırakılmaması gereken yıkıntı, silik, miras şehirlerden ve korunmaya muhtaç gariban Hıristiyanlardan ibarettir. Ne Mısır’ın tarımsal zenginliğine ne İtalyan şehirlerinin nostaljik prestijine ne Balkan ticaret yolunun gelirlerine sahiptir. Anadolu Konstantinopol’ün sadece bir uzantısı durumundadır.
İslam imparatorluğunun yükselişi özellikle 8. yüzyıldan itibaren Güney Anadolu’yu Bağdat merkezli yeni bir kültür hinterland’ına sokar. Ermeni Krallığı da Doğu Anadolu’da Dikranacert çevresinde orijinal bir kültür ortamı yaratmaya başlar. Bu arada Doğu Roma’nın siyasi zayıflama emarelerinin yanında Konstantinopol’ün komşusu Bitinya bölgesinin kalkınmaya başladığını görürüz.
(Halife Harun Reșid Frank Krallığı’ndan elçileri kabul ediyor. Resimde halife gerçek bir ihtişam ve güç sembolizmi örneği. Harun Reșid döneminde İslam dünyasının tarihsel zirvesinde olduğu konusunda yaygın bir uzlaşma vardır. İslam halifeleri döneminde Anadolu’nun sadece küçük bir kısmı ele geçirilmiş ama büyük bir kısmı Bağdat ve Halep yolu üzerinden bu ihtişamlı kültürün etki alanında kalmıştı. Selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında kayda değer bir Müslüman nüfus buldular.)
1071’de Türklerin büyük zaferi – Doğu Roma’nın büyük felaketi Anadolu’nun neredeyse tek hamlede el değiştirmesine neden olur. Bu el değiştirme yıllar süren kuşatmalar, kıtlıklar, yağmalarla değil; bir anda ve oldukça kansız bir süreç içinde gerçekleşir. Selçuklu askeri hanedanı peşinde İran-Horasan karması bir kültür ortamı Anadolu platosuna girer ve ele geçirilen yerleşimlerin görece en gelişkini olan Konya’yı mesken tutar. Sosyete dili Farsça olan ve Belh-Merv-Isfahan hattının İslam sonrası altın çağını adeta Konya merkezinde kolonisi durumuna gelen bu kültür Anadolu boyunca irili ufaklı her yerleşimde etkisini gösterir. Konya belki yüzyıllar sonra ilk kez Anadolu’nun Konstantinopol ve Bağdat odakları dışında kendi içinden yükselttiği ilk kültürel ve, tabii, siyasi merkezdir. Bu arada olup biten Haçlı Seferleri eskinin İtalya-Yakın Doğu ticaret hattını da canlandırır, Anadolu kıyısını alışverişe açar.
Selçuklu İmparatorluğunun hâlâ sebepleri tartışılan siyasi bölünmesi, zaten çoktan zayıf olan İslam halifelerinin Hülagü tarafından Bağdat’ta aşağılayıcı bir yenilgiye uğratılmasından sonra Anadolu’nun Moğol istilasına açılması anlamına gelir. Moğollar yeşeren Anadolu şehirlerini talan ederler, kentsoyluluk zayıflar, esnaflık ve zanaat geriler. Anadolu’nun halkı kırsallașır. Anadolu Rönesansı başladığı gibi aniden sona erer.
Moğollar’ın önünden kalabalık bir Oğuz Türkmen nüfusu Anadolu’ya sığınır. Buna bugün demografi tarihçileri 13. yüzyıl Türk göçleri adını veriyor. Detaylarını çok iyi bilemiyoruz ama kesin olan şu ki Anadolu’nun asıl Türkleșmesi ve yaygın dilin Farsçadan Türkçeye kaymaya başlaması bu göç dalgasıyla birlikte. Moğolların önünden mülteci olarak Anadolu’ya sığınmıș bu boylar zamanla İlhanlı baskısından kaçıp Doğu Roma sınırında irili ufaklı beylikler oluşturmaya başlıyorlar. Moğolların Anadolu’dan çekilmesiyle sekteye uğrayan Anadolu kentlerinin gelişimi yeniden güç kazanıyor, siyasi olarak bu kez başlarında yerel Türkmen beyleri var. Kültürel merkez halen Konya; İran-Horasan kültürü biraz daha zayıf olmakla beraber sürüyor. Ama Anadolu bu kez topyekûn Türkleșiyor/Türkmenleșiyor.
(Sivas’taki Gök Medrese Selçuklu dönemindeki Anadolu bayındırlașmasına ve Maveraünnehir kaynaklı kültürel kolonileșmesine açık bir örnektir. Konya’dan başlayan bu kalkınma bütün Selçuklu şehirlerinde bir rekabet halinde izlenir.)
150 yıl kadar süren bu ikinci bayındırlașma döneminin sonu Konstantinopol’ün fethi yani 1453. O güne kadar otonom olarak kalkınan Anadolu yeniden Konstantinopol merkezli bir yapının uzantısı konumuna düşüyor. Merkeziyetçi siyasetin sonucunda Anadolu Konstantinopol’deki sultanların gözünde sorun yaratan bir sürü göçebe Türkmen beyinin ve eski esnaf kentlerinin platosu konumuna geri dönmeye başlıyor. Artık ne Bağdat ne Bitinya ne de başka bir odağın kültür alanında olmayan Anadolu, gerçekte tamamen Balkanlı bir hanedanın vergi deposundan başka bir şey değil. Osmanlı yöneticileri Anadolu’da asla gerçek bir kalkınma hareketi amaçlamamıșlar, hiçbir zaman bir bayındırlașmaya öncülük etmemişler, Anadolu halkını vergilerin ve isyanların ötesinde bir devlet konusu olarak görmemişlerdir.
İslam imparatorluğunun modern eleştirisinde güçlü bir eğilim vardır: İslam Rönesansı’nı Gazali’nin rasyonalizm karşıtı retoriği ve felsefesi üzerinden eleştirme eğilimi. Anadolu’nun geri kalmışlığı bazen aynı sepetin içinde Gazali’ye bağlanır.
Şimdi bu hikayenin ışığında Anadolu kültürüyle Gazali arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu düşünmüyorum. Gazali’den sonra da parıldayan Endülüs, Sicilya, Bağdat, Maveraünnehir gibi bölgeler var İslam dünyasında. (ki Anadolu bunlardan birinin direkt etkisinde) Bunun yanında Gazali döneminde İslam medeniyeti zaten geniş çaplı bir iniş içindeydi. Gazali’den önce de İslam dünyası hiçbir zaman süreklilik gösteren bir entelektüel orijinallik içinde olmadı. İslam dünyasının altın yılları Yunan düşüncesinin tercümesi (Urfa-Șam-Filistin hattı) ve Kur’an’a dayalı yorumu (Horasan) ile matematik-coğrafya mirasının devralımından (Mısır-Trablus-Endülüs) ibarettir. Bu kopuk kopuk parlak dönemin sonunda çıkan ve gayet de orijinal felsefî savları olan Gazali’yi Anadolu’nun geri kalmasından sorumlu tutmak bence tamamen yanlış. Anadolu’nun geri kalmışlığı içinde yaşayan halkın bizzat kendisinden ve o halkı yönetenlerin politikalarından ileri geliyor:
Anadolu Roma çağından sonra uzun süre toparlanamadı. Doğu Roma idaresinde başıboş kaldı. 13. yüzyıl göçleri Anadolu’yu göçebe ve okuryazarlıktan uzak bir kalabalıkla doldurdu, Moğollar var olan kültürü talan ettiler, bundan sağ çıkıp kalkınanları da Konstantinopol tek-merkezli devlet anlayışı öldürdü. Anadolu’nun makus talihinin altında özetle bu üçü yatar.