Neden Herkes Tıp Fakültesini İstiyor ve Aslında İstememeli Mi? – 1

Anadolu’nun sıradan bir tıp fakültesinden yakın zamanda mezun olmuş, evinde kös kös TUS’a hazırlanan bir hekim olarak yazıyorum. Yazdıklarım genelgeçer düşüncelere ne destek ne de karşı çıkış olarak algılanmasın, havuzun içinden birinin dışarıdakilere giderek spekülatif hâle gelen bu konuda içini dökmesi olarak düşünülmesini yeğlerim.

Öncelikle kendi öyküm kısaca şöyle: üniversite sınavından bir sene önce kadar zaten tıp yazmaya karar vermiştim, tıpla ilişkili konular da zaten merak alanımdaydı. Ayrıca mühendislik dallarında gerçek anlamda mühendislik yapamayacağımı ve sadece CV pazarlayıcılığı, kâr vaadi ve maaş bordrosu temelli iş ilişkileri içinde olacağımı düşünüyordum ve bunların oldukça az bulunduğu doktorluk mesleği ekstra çekici geliyordu. Ailem de -tabii- destek oldular, motive ettiler. Az çok bilinçliydim başıma neler geleceği konusunda, araştırmıştım yani ama elbette havuza girmeden ıslanmayı anlamak mümkün değil. Hâlâ, tıp, merakıma konu olan bir bilim dalı, daha küçük bir yönüyle disiplin, hatta bazılarına göre sanat. Severek geldiğim işe severek devam ediyorum yani.

Ancak hikaye çoğunlukla benden farklı oluyor. Çoğu arkadaşımın tıp yazmasının tek sebebi aile baskısı ve “puana yazık etmemek”. Aileler iş garantisi olan, ebedi ve ezeli saygınlığı olan, görece yüksek hayat standartları vaat eden bir mesleğe doğal olarak çocuklarını yönlendiriyorlar. Çoğu çocuğun ve ailenin bu işin ne kadar sosyal ve pratik beceri istediği, özveri istediği, adanmışlık istediği konusunda en küçük bir fikri bile yok. Hiç merakı olmayan, ne tıbbın ne de diğer bölümler mezunlarının ne iş yaptığını pek bilmeyen veya bilse kendini bu mesleğe uygun hissetmeyecek birçok çocuk var. Sonra bir de yetmezmiş gibi, Türkiye akademik şartlarının tiksinç boğucu ve kısırlaştırıcı ortamı gelip çarpıyor insanın yüzüne ki bu benim ilk iki yılımın buhranlar içinde geçmesine sebep olmuştu. Bırakın temel tıp dersi anlatmayı akşam yedikleri yemeği bile anlatacak becerisi, motivasyonu, ilgisi olmayan insanlardan almak zorunda olduğun derslerden yine aynı vizyon fukarası insanların hazırlamak zorunda olduğu sınavları geçmek için sürreal bir öğrenme süreciyle geçirirsin hayatını. Duyduğum öğrendiğim kadarıyla hem tıp fakültelerinin çoğu böyledir hem de başka birçok bilim dalı için akademik kader aynıdır Türkiye’de. İlk yıllarda gayet zeki birçok insanın okulu bıraktığına ya da defalarca sınıfta kaldığına şahit oldum.

Türkiye gelirler toplamının en azını sağlık harcamalarına ayıran OECD ülkesi ve gelişmekte olan tüm diğer ülkeler gibi sağlık harcamaları payını artırmaya mahkum:

Health-expenditure-share-of-GDP-2015.jpg

Ben bu fakülteye girdiğimden beri “ileride doktor fazlası olacakmış” lafını duyarım. Uzun zaman hiç bunu düşünüp motivasyonumu bozmak istemedim. Şimdi bitirdim hâlâ aynı lafları duyuyorum. Gelgelelim Türkiye’nin durumu da hiç değişmedi ki. Biz hâlâ tüm OECD ülkeleri içinde nüfus başına en az doktor düşen ülkeyiz. Bildiğim kadarıyla acil servis başvurularında, 3. basamak dediğimiz tam teşekküllü hastane başvurularında OECD şampiyonuyuz. Nüfus hâlâ artıyor ve hâlâ küçücük kasabalara bile hastane, poliklinik filan açılmaya devam ediyor anlamsızca. Toplumun sağlık ihtiyacı giderek büyüyor, hiçbir şekilde de doygunluğa ulaşmıyor birkaç TUS rekortmeni “kek” bölüm hariç. Yani, istatistiklere dayanarak, sanmıyorum ben öyle 10 sene içinde filan Türkiye’nin doktor açığı filan kapansın, aksine, yabancı doktor almaya başlamazsak şaşırırım. (Gerçekten, Türkiye benzer GSMH’ye sahip ülkelere oranla şaşırtıcı sayıda az yabancı hekim istihdam ediyor)

health-workforce-policies-in-oecd-countries-right-jobs-right-skills-right-places-chart-set-19-638.jpg

E peki neden TUS var ve giderek puanları yükseliyor? Çünkü şöyle bir kısır döngü var:
– Tıp fakültesi kontenjanları artıyor ve her yıl mezun sayısı artıyor.
– Uzmanlık eğitimi verecek kadro ve tesis imkanı çok daha yavaş ve yetersiz düzeyde artıyor.
– Uzmanlık eğitimi verecek kimseler uygun olsa bile devletin bu kadar bütçe sağlayabilecek ortamı yok.
– Devlet bu nedenle aile hekimi sayısını artırarak 1. basamak sağlık hizmetini güçlendirmeye çalışıyor ve aslında fikren doğru da yapıyor. Dünya Sağlık Örgütü dahil tüm modern otoritelerin önerisi ve gelecek projeksiyonu zaten 1. basamağı çok güçlü bir sağlık düzeni.
– Fakat toplumun talebi farklı, burada eski cehalet belasından kaçamaz durumdayız yine, herkes mutlaka “Prof”a, “hocaya” görünmek, bol bol MR çekilmek istiyor. Bu şekilde kendini değerli hissediyor. Yani toplum “bana uzman ver, aile hekimi verme” diyor. Devlet olarak vermezsen senden hoşnut olmuyor.
– O yüzden siyasi kaygıları da olan devlet, doktorları TUS’la istihdam etmek, dağları tepeleri üniversiteyle doldurmak, özel üniversitelerin uzman yetiştirmesini kolaylaştırmak zorunda. Bunu da hem bir rant kapısı olarak görüyor hem de maliyetini vergilendirme dışı sağlık ücretlendirmelerini artırarak sağlıyor. (yanılmıyorsam her acil başvurunuz yaklaşık 15 TL maaş kesintisine tekabül etmekte)
– O yüzden hasta potansiyeli çok olan dallarda, yani dahiliye, genel cerrahi, pediatri alanında bol bol hekim yetiştirip kasabalara bile uzman atamak zorunda ki MR-Oy-Rant üçgeni dönsün.

Genelde sanılanın aksine Türkiye’nin bir alanda uzmanlaşmamış hekim oranı OECD ülkeleri ortalamasına yakın, hatta biraz daha yüksek. Dolayısıyla dünya genelinde meslekî uzmanlaşma eğiliminin arttığı, artan imkânlara paralel olarak hekimlerin de uzmanlıklara ayrılma eğiliminin olduğu düşünüldüğünde aile hekimliğini artırmaya yönelik politikaların bir noktada duracağı ve ters yönlü hareketin artıp uzmanlık eğitimi kontenjanlarının artacağı düşünülebilir.

health-at-a-glance-2015-24-638.jpg

Zaten bununla beraber OECD ülkeleri içinde en düşük yatak kapasitesine sahip ülke konumundaki Türkiye’nin (hemen alttaki tablo) ilerleyen dönemde bu kapasiteyi artırma yoluna gitmesi, doktor ve sağlık çalışanı istihdamını artırması da mecburi görünüyor:

health-hospital-beds-per-1000-population-oecd-2011.png

Ayrıca Türkiye kişi başına düşen doktor başvuruları konusunda OECD’nin zirveyi zorlayan ülkelerinden biri. Üstelik çoğu da 3. basamak hastane başvurularından oluşuyor. Bu bilginin GSMH’den sağlık harcamalarına en az payı ayıran ülke oluşumuz
gerçeğiyle ne kadar çelişkili olduğu tartışmasını sizlere bırakıyorum:

6a00d83451688169e201a73e054f4e970d.jpg

Bütün bunlar bir kenara, bu yıl üniversite sınavına hazırlanan bir kardeşim var. Çoğu arkadaşımın aksine onu bu meslekten soğutmaya çalışmıyorum. Ona elimden geldiğince bilgi vermeye çalışıyorum sadece. İlgisi ve yeteneği dahilinde bir meslek seçmesi için uğraşıyorum. Hiçbir aile çocuklara destek, bilgilendirme ve güven hissi dışında meslek yönlendirmesi yapmamalı asla. Şartlar ne olursa olsun bu mesleğe tutku duyabilecek insanların iki günde bir nöbetçi olmanın, akşam 12’de hâlâ yemek yiyememiş olduğunu hatırlayarak beş dakikalık izin alıp karın doyurmanın, küfür ve azar yiyerek çalışmanın, uyuyamamanın, hiyerarşinin, TUS belasının, hoca kaprisinin, devlet baskısının eziyetlerine karşı meraklarının peşinde kalmaya motive edilmesinin ülke ve insanlık adına en doğru yönlendirme olacağı kanaatindeyim.

Not: Evet, derslerde kadavra görüyoruz 🙂

health-workforce-policies-in-oecd-countries-right-jobs-right-skills-right-places-chart-set-4-638.jpg

Devamı gelecek…